Sunday, October 10, 2010

LUTFUCUM* ARANAME LUTFEN...

Hayatinizin fon muziginde ne caliyor?

Siz "Ne alaka?" diye dusunurken aciklayayim: Fon muzigini soyle sana ruh halini soyleyeyim.

Hayati bendeniz gibi bir film tadinda yasayanlar (cok havali bir baslangic olurdu cumleye diye yazdim yok aslinda oyle bir sey), evet ne diyordum film tadinda bir hayat ya da "bildigin hayat be kardesim, bir numara yok" turunden otlama dahi olsa bir fon muzigi var hayatin. Isin ilginci beynimizin oyle bir DJ'i var ki hop duruma gore sarkiyi cikariveriyor kayitlardan. Bazi kabiliyetli beyinlerin kendi Gokhan Kirdar'i (Kirac da olur sizi mi kiracagim) var ki onlara zaten literaturde besteci deniyor ve konumuz bu degil.

Bu mevzu aklima ilk kez bir evden eve tasinma sirasinda geldi. Ramazandan bir gun once kamyona kanepe koltuk yuklemis olan nakliyecileri bir anlasmazlik yuzunden kapidan gonderen evimizin diregi sayesinde tasinmamiz Ramazan'in ilk gunu teravih sonrasina kalmisti. Aslinda damar arabesk bir durum, anlasilamayan bir sebeple -hikmetinden sual olunmaz yuce Rabbim- bendeniz bir pozitif bir vurdum duymaz haldeyim. Bir tevekkul, bir "mukadderat, gec olsun guc olmasin" halleri. Hatta telefon marifetiyle nakliyecileri geri gondermis ve hayatinin son dakikalarini yasadigini dusunerek eve gelmis olan evimizin direginde bile bir saskinlik ve tirsma soz konusu. Neyse uzatmayayim ertesi gun tasinildi, aylar suren yerlesme fasli baslamis oldu. Attigi her adimda adimi cigirmakta olan kocacigim evden evvel garaji yerlestirmesi gerektigini dusunerek bahcede kosusturuyor, cocuklar iki dakikada bir yapmayin dememe ragmen limon agacini yoluyor, ve ben mutfak kolisinin basinda ter dokuyorum. Bu manzaranin dondugu an evimizin direginin "ya cik su evden de biraz bana yardim et" diye arka bahceden bagirmasiyla yasandi. Normal sartlar altinda benim "Yine de sahlaniyor amman..."esliginde satiri kapip disari kosmam gerekirken kendimi Hababam Sinifi'nin muzigi esliginde siritarak disari bakarken buldum. Ve Evreka dedim kendi kendime: Bu sahneye baska bir fon muzigi koysan mutsuz bir an da olabilirdi. O anin algisi tamamen bana ait. Daha dogrusu zihmimdeki kayitlarin bazilarini yayina kapatip bazilarini acmayi becerebilirsem biiznillah hayati Adile Nasit'e baglamam isten degil.

Evet sevgili okur, anilariniza duruma uygun fon muzikleri yerlestirip Oskar'a aday olabilirsiniz itirazim yok velakin bugununuze "Muhabbet bagi"ndan baslayarak hareketli eserleri tavsiye ediyorum. Durum ne olursa olsun alicinizin ayariyla oynayiniz lutfen.

Bugunun takvim arkasi yazisiyla bitiriyorum: Aydinlik ortamlarda neseli sarkilarla yasayin , ruha gida olacaktir, birbirinize hayir dua ediniz donup dolasip sizi bulacaktir.


Esra





*Lutfu: Bilenler biliyor, bilmeyenler icin zahiren, bakiniz Turk filmi Tosun Pasa'daki Lutfu karakteri. Batini manasini anlatmaya kitap yazmak icab eden durum.

(Bu arada Lutfucum senin Ciftetelli tam da bu yaziya uyarmis gibi geliyor...)

Monday, May 17, 2010

HEY GENCLIK BEKLEYIN BEN DE GELIYORUM....

Kendilerini kose bucak kucumsedigim genclerden ozur diliyorum. "Ya kalmadi artik o degerler mirim, gencler cok bireysel, nerede vefa nerede fedakarlik, dir dirdir da dir dir" seklinde ortaya koydugum fikirlerimden de vazgeciyorum. Son on yilimi olgunlasmak ve yetiskin dunyasinda nezih bir yer edinmek icin gecirmis -ve iyi halt etmis- olma durumunu cok abarttigimi dusunuyorum. Bir numara da yokmus olgunlukta, "amaaan sen de" denilebilesi bir durummus, geciniz. Ben yeniden genclerin alemine geri donuyorum, biraktigim yerden basliyorum. Arayi kapatmak icin hizlandirilmis kursa ihtiyacim olabilir. Ruhu 35'i gecenlerle isim olmaz artik. Buraya kadar, efendi olmak icin de bu kadar kasmaya gerek yok.

Bizim nesil ektigini bicip semeresini ona buna gosteris yapma asamasina gelmis olsun ben kafalarina sinirlar koymamis, hayal edebilen, hala zihinlerinin (arabalarinin degil) isiltisiyla var olanlara takilmaya gidiyorum. Dura dura da ancak armutlar olgunlasiyormus (ardindan da curuyormus).

Genclerle takiliyorum diye kendimi gulunc edecek degilim korkmayin (istesem de bu ebatlarda zor:) Zihnime bir format bir reset cekecegim. Kendimin yeni versiyonunu yukleyecegim, arttiracagim bakis acimin megapikselini. Yine otururum eski dostlarla yasimin antika koltuguna keyif icin ama hayatimin sirt cantasi da yani basimda durur.

Bu da benim gelmekte olan kirk yasima kapak olur.

(10 derste 10 yil ara nasil kapanir, yazin gencler. Madara olmayalim cihana. Ne okursunuz, ne yazarsiniz? Internette n'aparsiniz? Neye sevinir neyi dert edersiniz? Ruh yasi 18-35 arasi olanlar beni de alin aranizaaaaaa.....)

Monday, May 10, 2010

Mutlulugun Kimyasi

Mutlulugun sirri bizde diyor bir cok yerde. Pozitif dusunmek, hayata karsi dirayetli olmak,cok takilmamak kucuk seylere, takildigimizi da cabuk salivermek."Amaaaan dunya mi yanar..." diyebilmek. Cocuklugumuzdaki, gencligimizdeki gibi yastigi gorunce kutuk gibi uyuyabilmek. Yarindan endise duymamak, dune yerinmemek, keske dememek, illa ki de dememek. Mukemmel olmayi kendimizden de baskalarindan da beklememek, sakin olmak, kucuk seylere sevinmek, ayrintilari gorup zevk almak, sasirabilmek beklenmedik seylere, hayattan umutlu olmak, elimizdekilerle yetinmeyi bilmek. Hatta yetinmek degil mutesekkir olmayi bilmek baskalarinin burun kivirdiklarina.
Bir dugmesi yok zihnimizin. Bastin mi sifirlayan kendini, temizlenip arinip isildatan. Mutlu olabilmek bir beceri, bir davranis bicimi, hayatta bir durus diyebiliriz. Ogrenilen bir yasam bicimi. Mutlu olma kulturu diye bir sey var belki. Gastronomi gibi, belki de bulundugu sartlardan ve hayattan tad alma sanati. Ya da kisilik meselesi de diyebilirsiniz butun bunlara. Bazi insanlar iyimserdir, mutludur, huzurludur, iyi yanindan bakar hayata, dogal olarak gerilmez kolay kolay, derinlemesine dusunmez fazlaca, gorunenin iyi yaniyla memnun olur, hayati oldugu gibi kabul eder. Dunyayi degistirecek cengaver o degildir. Bastan durdugu yeri belirlemis, hayatin guzel yanlarina cevirmistir bakisini.

Iyi tamam... Ben de uzun yillar mutlu olabilmenin beceri, yetisme tarzi, bakis acisi, huy, hayat tarzi oldugunu dusunmustum. Hatta bunlarin tumunun bileskesi insanin mutluluk aglarini orup o hamaga uzanmasina sebep oluyor diye dusunuyordum. Dedigim dedik, mukemmeliyetci, iddiali, hirsli, cocuklugunda ihmal edilmis ya da mutlu olma kulturuyle yetismemis insanlarin mutsuzluga meyilli olduguna inanmistim.
Ne mi degisti de bu cumleler gecmis zaman kipine kaydi?

Mutlulugun sadece idrakle (cognition)degil, biyolojik yapiyla ve hatta vucut kimyasiyla da ilgili oldugunu kesfettim. Hatta vucut kimyasinin da mutlulukla ilgili oldugunu yani bu yolun iki yonlu oldugunu. Daha acik soylemek gerekirse mutlu oldukca bedenimin kimyasinin mutlu olmayi destekledigini anladim. Mutsuz oldukca da beynimdeki kimyasal dengenin beni daha da mutsuz edecek kisir donguye sarabilecegini.

Kan sekerimizin yukselmesi halinde vucudumuzun bu orani normal seviyede tutabilmek icin kimyasal tepkiler verdigini biliriz. Topluma mal olmus, herkesce bilinen meshur insulin hormonu ve onu salgilayan organimiz ayarlar bu dengeyi. Onlarin dogru zamanda calismalari da beyinle aralarindaki guzel sinyallesmeyle olur. Biraz fazla kacirdik mi nimetleri, sinyal gider ve daha fazla insulin salgilanir. Mukemmel dengelerin bileskesi olan bedenimiz mutedil olmaya gore ayarlidir. Bu fazla kacirmalar "her daim" noktasina ulastiginda ve artik denge kayboldugunda vucut dengesine sahip cikmak ister ve daha cok insulin salgilamayi reddeder buna insulin direnci denir. Vucudumuz sucumuza ortak olmayi reddeder. Bize mesajini verir sekerimiz yuksek seyreder. Curmumuzu devam ettirirsek tip 2 diyabet oluruz.

Bu misalde oldugu gibi beynimizde de mutlu olmayi saglayan bir sistem vardir. Serotonin hormonu bizi endiseden ve mutsuzluktan kurtarir. Bu hormonun seviyesi belli bir oranin altina inince yeniden salgilanmasi icin yardimci sistemler calisir hop "Dunyanin sonu degil ya bu da gecer" dedirtir bize. Velakin ayni fazla kacirmayi zevk edinen obur olma hali gibi "dertleri zevk edindim bende nese ne arar"a baglamissak ve bu durum daimi bir hal almissa, daha da fazla daha da fazla serotonin salgilamayi reddeder bedenimiz. Bir "Ne halin varsa gor" durumuna ramak kalmistir. Kronik endise, panik bozukluk, obsesyonlar ufukta gorunur. Zihnimizin kimyasi mutsuzluk kisir dongusune girmistir. Bir cok ruhsal rahatsizligin kaynagidir bu durum. Depresyon derler, dertli derler, huzursuz, hircin derler. Olan biten ise mutlu olma sisteminin bozulmasidir.

"Yahu hayatin butun dertleri basina geliyorsa birer birer, insan n'apsin, tabii ki mutsuz olur" diyebiliriz. Tastamam dogrudur. Evet mutsuz olunur ancak mutsuz kalinmamalidir. Bedenimize konulmus o guzel dengenin hakki verilip insiraha yelken acmak icin caba gosterilmelidir. Herseyin ustuste gelmesi beklemenmeden emniyet subaplari acilmalidir. Hayatin dongusunu kirma egzersizleri yapilmalidir bes vakit. Hazirlikli olmalidir huzne, kucuk gormelidir huzunleri daha buyugune birakmalidir mutsuz olmayi. Baktik gayret yetmiyor " bir el atin" demelidir bilenlere. Dis agrisini ugunmak gecirmedigi gibi, mutsuzluga da aglamak yaramiyorsa kimyasina destek olmali bedenin yorulduysa cikarmali dolap beygiri gibi dondurmemelidir. Once kimyayi duzeltip sonra farkina varmalidir, mutlu olmaya baslayinca nasil bakiliyor hayata, hayata nasil bakilinca mutlu olunuyor.

Gozun bozukken en guzel kitaba baksan da goremezsin degil mi? Takmali o gozlugu recetelisinden bazen.

Sifayi yaratmistir ya derdi yaratan, "beli" demelidir, aramalidir sifayi akillarin ve gonullerin tabiplerinde...

Mutluluk sifaysa kalplere bedenlere, her kulun vazifesi degil midir mutlu olma gayreti...

Mutluluklar dilerim efendim....

Saturday, March 6, 2010

ESKI(MEYEN) BIR YAZI...

Hafta sonu cabuk gecti.

Pazar aksami…
Zamani durduramamanin acizligi…
Anneligin bitmeyen sucluluk duygusu…
Bozulan bulasik makinasi..
Bomba dusmus gibi bir ev…
Patlamak uzere olan bir kadin (yani ben)…
Herseye ragmen sakin sakin gazete okuyan sevgili es…
Bilinc altimi ustune cikaran sorular, sorular…

Tablo “acayip” huzur verici degil mi?

Pazartesi. Isteyim. Bugunun -yani kara pazartesinin- en dahiyane fikri “yarin ise gelmesem” in uzerine kurdugum fantazilerle ayakta duruyorum. Biraz evvel kendimi hafta sonu temizlik yapamamaktan dolayi rahatsiz hissederken yakaladim. Kendimi kuveti ovarken, daha cok camasir yikarken (ve kuruturken, ve katlarken , ve yerlestirirken) buzdolabini temizlerken, ama temelde evdeyken hayal ediyorum.

Gercekten eve gidip temizlik yapmak istiyor olabilir miyim? Yoksa ben, tum hafta calisip, hafta sonu da evi kazimak suretiyle mesaiye devam eden kadinlardan mi oldum?

Bu soruyu yaziya hareketlilik katsin diye sordugumu itiraf ediyorum. Evet ben de o kadinlardan biriyim. Asil sorum su: “Nasil oldu da boyle oldum?” Daha dogrusu “Niye boyle oldum?” Aslinda soru cevaplamaya mecalim yok.

“Kendimi bugun hic sosyo-psikolojik analiz gunumde hissetmiyorum” desem de inanmayin, okuyun:

Yillarca bosu bosuna kadin olmanin icgudulerine karsi geldim. Sonunda calisan kadinin domestik hayatla imtihanini (evlilik, iki cocuk ve gundelikciden mahrum 7 yildan sonra) camasir suyu, cif , toz bezi ve utu kazandi.

Teslim oluyorum arkadaslar!

Yillarca hayatlarini kucumsedigim ev kadinlarindan ozur diliyorum. Ev kadinligi ciddi bir istir hanimlar. Evet nankordur, evet maasi da yoktur (ev harcligindan tirtiklayip altin gunune yatirilanlar haric). 5-10 yil calisilinca mudur de olunmuyor (kocanin terfi ve maas durumuna gore part taym ya da ful taym gundelikci kadin patronlugunu saymazsak)

“Cocuk da yaparim , kariyer de” miydi? Degistirin lutfen “Kariyer de yaparim, cocuk da utu de, dolma da, ilik acip dugme de dikerim…”

Ben kim miyim? “Super kadin” (ya da super bir fiyasko). Karakteristik ozelliklerim mi? Etimden, sutumden, yunumden istifade edilmesi disinda ve asagidakilerle sInIrlI olmamakla beraber , eh ufaktan buyurun bakalim:

Mudur olmaya endeksledigim gec kalmis anneligim icin IVF’e basvururum. Onca zamanlik kariyerimin birikimiyle anneligimi finanse ederim boylece.

Annelik adi verilen “muebbet sucluluk duygusunu” calisan anne olmam katmerlendirir.

Maasim “eh iste” seviyesinin ustunde degilse ( ya da bu satirlarin yazari gibi gelir farkliligi ucurumu olmayan gelismis bir ulkede yasama sansina(!) sahipsem yani uc kurusa calisan temizlikci yoksa) “ev islerine yardimci bayan” calistirma ihtimalim bir cok Turk ev kadinindan daha azdir.

Cunku “eh iste” maasim; cocuk bakimi, cocugun koleji (biz cektik cocugumuz anadolu lisesi sinavi stresi cekmesin), cocugun psikologu (bu konuyu konusmaya henuz hazir degiliz biraz anlayis lutfen) gibi harcamalara gider. Ev kadinlari icinse bunlarin bir kismi gercekten ihtiyac degildir. Ihtiyac olsa da bahanesi hazirdir:“tek maasla olmuyor sekerim”

Ve bir gun….

“Planli yasayip zorluklarin sizi yildirmasina izin vermezseniz oluyor, her kadin basarabilir” deyip, uzerimizde hic baski kurmayan (sag olsunlar, var olsunlar) Genel Mudur, Profesor hemcinslerimiz gibi zirveye ulasacagiz.

Oyle saniyorsunuz degil mi?

Oysa cocuk da yapmis profesor de olmus bu kadinlarin hayatina yakindan baktigimizda “her basarili kadinin arkasindaki diger kadini” yani anneleri (bazi nadir durumlarda cennetlik kaynanalari) goruruz. Bu melekler tarafindan subvanse edilen bir kariyerimiz yoksa; en fazla 1. derece 4. kademeden emekli olacagiz.

“Evde oturup cocuguma kek yapacagim, ben kapiyi anahtarla actim, benim cocugum annesini evde bulacak” diyen zirt koleji, zurt ozel universitesi mezunu kizimiza bakacagiz ve “Ben nerede yanlis yaptim” diyecegiz.

Belki o gun “Ben olamadim o olsun, ben okuyamadim o okusun” diyen annelerimizin mi yoksa bizim mi, feminist , lumpen, “duygulu” bir neslin oyununa geldigini dusunecegiz.

“Kizlar okusun, hadi kizlar kim tutar sizi” diyenlerin yurdum erkeklerinin onune “ofsayti anlasin yeter” duzeyinde bir hedef ve vizyon koymalarini baska zaman mi tartissak acaba?...
Belki hem ilik acip dugme diken hem de kariyer yapan kizlarin neden 30’larinda ve hala bekar oldugu sorusu da cevaplanir boylece.

Bana sorarsaniz, sormayin derim cunku ben bu gunlerde

“yas otuz bes yolun yarisi mi,
acaba zararin U donusunde kar var mi?”

diye sormaktayim.


Esra Ceceli Dogan M.A.
B.U. ‘93
RMIT ‘01
M.E.K ’05 (Mumkunse Ev Kadini ‘05)